Yeni bir organımız var. Mikrobiyota!
İnsan vücudunda 100 trilyon hücre bulunduğu tahmin ediliyor; bundan 10 misli fazla miktarda mikrop da vücudun deri, ağız, vajina, bağırsaklar gibi çeşitli bölgelerinde yerleşmiş bulunuyor.
Bu mikroplar bulundukları yerlere göre daha önce o bölgenin “florası” olarak adlandırılırdı; flora yerine artık “mikrobiyota” tabiri kullanılıyor.
Bağırsak mikrobiyotasının vücudun çeşitli fonksiyonlarının yerine getirilmesindeki görevleri nedeniyle ayrı bir “organ” olarak kabul ediliyor.
Bu bakteriler sindirim sistemi ve vücut savunma sisteminin sağlıklı çalışmasını sağlıyor.Bu dost bakterilerin sayı ve çeşitliliğinin herhangi bir nedenle bozulması (disbiyoz) ise birçok hastalık ile yakın ilişkilidir.
Bu, dünyaya geldiğimizde sahip olmadığımız bir organdır.
Bebek anne karnında steril bir ortamda gelişir ve ilk mikropları dünyaya gelirken annenin doğum kanalından, vajinasından, derisinden, memesinden ve soluduğu havadan alır.
Bağırsak mikrobiyotasının, dünyaya gelişinin üçüncü gününde bebeğin beslenme şekline göre değiştiği tespit edilmiştir: Anne sütü emen bebeklerin bağırsak mikrobiyotasına “bifidobakteriler” hâkim olur.
Üç yaşına gelindiğinde bağırsak mikrobiyotası artık belirlenmiş ve erişkinlerinkine benzer bir hâle gelmiştir; mikrobiyota bundan sonra daha yavaş bir değişim gösterir ve bu ömür boyu sürer.
Bağırsak mikrobiyotasının önemli vazifelerinden bazıları
Mide ve ince bağırsaklar tarafından sindirilemeyen besinlerin sindirimine yardım eder.
B ve K vitaminlerinin yapımını sağlar.
Bağırsaklarda hastalık yapabilecek bakterilerin yerleşmesine mani olur.
Bağışıklık sisteminin önemli bir elemanıdır; bir bariyer vazifesi görür.
Kanserden damar sertliğine, obeziteden diyabete ve alerjilere kadar sayısız hastalığın ortaya çıkmasında rolü vardır.
Bağırsak mikrobiyotası kimlik kartı gibidir.
İnsanların bağırsak mikrobiyotasının üçte biri insanların çoğunda aynıdır, üçte ikisi ise insandan insana çevreye ve diyete göre farklılık gösterir.
Bağırsak mikrobiyotası, tıpkı parmak izi veya retina gibi kişilere özgü bir kimlik kartı olarak da görülebilir.
Bağırsaklarda yaşayan 1000 farklı bakteri türünden 150-170’ i baskın bakteriler olarak bulunur.
Bağırsak mikrobiyotası, diyette bulunan ögelere geçici veya sürekli olarak alışkanlık kazanır: Japonlar günlük diyetlerinin bir parçası olan deniz yosununu deniz bakterilerinden edindikleri mikropların enzimleri sayesinde hazmederler.
Bağırsak mikrobiyotası değişikliklere uyum sağlayabilirse de dengesi bazı özel durumlarda bozulabilir; buna “disbiyosiz” denir.
Disbiyozis, fonksiyonel ve enflamatuar bağırsak hastalıkları, alerjiler, obezite ve diyabet ile ilişkilendirilir.
Prebiyotik ve probiyotiklerin bağırsak mikrobiyotasına son derece olumlu etkileri vardır.
Faydalı mikroplar için besin vazifesi gören prebiyotikler, bu mikropların üremeleri ve aktivitelerini artırarak bağırsak mikrobiyotasının fonksiyonlarının daha iyi olmasını sağlarlar.
Yoğurt, kefir gibi fermente yiyeceklerde bulunan probiyotikler de bağırsak mikrobiyotasının dengesini, bütünlüğünü ve çeşitliliğini sürdürmesini sağlarlar.
Gelelim neticeye;
Bağırsak mikrobiyotası varlığını yeni keşfettiğimiz, hastalıklardan uzak yaşayabilmemiz için çok önemli olan bir organımız.
Kanser, kalp krizi, astım, obezite, hipertansiyon, depresyon bağırsak mikrobiyotası ile ilişkilendirilen hastalıklardan sadece bazıları.
“Geç bulduğumuz” bu organımızı “çabuk kaybetmemek” için ona gözümüz gibi bakmamız gerekiyor.
Klinik çalışmalar şu anda birçok hastalıkla (obezite, ateroskleroz, Tip 2 diyabet, psikiyatrik hastalıklar, bağırsak hastalıkları) disbiyoz arasındaki ilişkiyi göstermektedir.Bilim insanları şimdi hastalıklar yüzünden mı mikrobiyota bozuluyor, yoksa mikrobiyota bozuk olduğu için mi hastalanıyorsuz sorusunun yanıtını arıyor.Araştırmalara göre Çevresel ve endüstriyel faktörlerden uzak yaşayan topluluklarda yapılan çalışmalarda, mikrobiyota farklı ve bizim uğraştığımız birçok hastalık görülmüyor.Mikrobiyota , doğum ile birlikte hayatımıza dahil oluyorlar. Doğum şekline (normal veya sezaryen) göre ilk mikrobiyota gelişiyor.Sonra beslenme alışkanlıklarımız ve çevresel faktörlerin etkisiyle şekillenerek kişiye özel bir form alıyor. Yaşadığınız coğrafya ve bazı genetik faktörler de mikrobiyata gelişiminin belirleyicileri arasında yer alıyor.
Bu araştırma bağırsak ve beyin arasındaki sıkı ilişkiyi ve bağırsaklara “ikinci beyin” adı verenlerin ne kadar haklı olduklarını bir kere daha gözler önüne seriyor.
Sağlıklı bir beyne ve vücuda sahip olmak için bağırsak bakterilerinin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz.
Mikrobiyota adı verilen bu bakteri topluluğuna gözümüz gibi bakmamız gerekiyor.